Diyelim ki şanslı insanlardan oldunuz ve oraların en güzel zamanı olan baharda Bologna’ya uçak bileti aldınız. Oradan da trenle Floransa’ya geçip Floransa’yı adım adım keşfedeceksiniz. Ben bu muhteşem iki şehre değil de arasında kalan, Toskana vadisinin el değmemiş güzellikleri ile dolu, uğrayabileceğiniz iki küçük kasabadan bahsetmek istiyorum.
Toskana vadisi aslında Siena, San Gimignano vb. gibi turistik kale-köylerle ünlenmiş durumda. Her biri de muhteşem ötesi ama turist kalabalıkları da ayrı haber konusu tahmin ettiğiniz üzere!
Benim aşağıda önerdiğim bu iki kale-köyde ise turistlerin olmadığı, hakiki Toskana yaşamını görebileceğiniz güzelliğe ve sadeliğe sahip. Özellikle yalnız seyahat edenlere, kafa dinlemek isteyenlere bire bir!
Sonrasında da Floransaya devam eder ve halkın arasına tekrar karışabilirsiniz 🙂
Borgo San Lorenzo
Bologna’dan – Borgo San Lorenzo’ya trenle ortalama 2 saat süren bir yolculuk ile ulaşabilirsiniz.
Borgo San Lorenzo için konaklama önerisi: Hotel Locanda Degli Artisti
Borgo San Lorenzo, yeşil Toskana bölgesinin hem kalbi hem de en eski kale-köylerinden biri. Toskana vadisinde bu tarz kale köyler ortaçağ yaşam klasiği olarak nitelendiriliyor. Etraflarında kale duvarı var. İçinde de küçük küçük evler, yeşil panjurlar, gözetleme kuleleri, çan kuleleri, dar sokaklar ve kale kapıları geçitleri var. Hemen hemen hepsi hala tüm ihtişamıyla dimdik ayakta. Borgo San Lorenzo bu tip orta çağ köyünün restore ederek korunduğu ve içinde hala yaşam olan en güzel örneklerinden…
Bu kasabada kahve barında kalabalıkların arasından süzülüp “uno espresso per favore” ile kahvaltı keyfi yapabilirsiniz.
Marradi
Bologna’dan-Marradi’ye trenle ortalama 1.30 saatte ulaşabilirsiniz.
Marradi için konaklama önerisi: Palazzo Torriani
Marradi de yokuşları bol olan şirin mi şirin bir kale köy. İtalyan dağ bisikletçilerinin iyi bildiği bu kasaba çeşitli zorluk derecelerine sahip dağ bisikleti rotaları sunmakta. Yukarıda tavsiye ettiğim otel olan Palazzo Torriani bu kasabaya başlı başına bir seyahat sebebi. Tam 500 yıllık bir bina! Sahibi Anna Maria da tatlılığı, güzelliği ve kibarlığı ile nam salmış kusursuz bir İtalyan hanımefendisi. Michelin yıldızlı restoranların hepsine taş çıkaracak nitelikte ıspanaklı tortellini ve mürver çiçeği kızartması burda tadabilirsiniz.
Borgo San LorenzoBorgo San LorenzoBorgo San LorenzoBorgo San LorenzoBorgo San LorenzoBorgo San Lorenzo kahvecisi, yer bulmak ne mümkün!MarradiMarradiPalazzo Torriani içinden bir görünüm.MarradiNom nom, ıspanaklı tortellini…Mürver çiçeği kızartması
İtalyanın Napoli kenti, ünlü sahil beldesi Capri adasına ev sahipliği yapmakta. Normalde inanılmaz sakin yaşanan bu küçük ada yoğun dönemlerde turist ve tatilci akınına uğrayabiliyor. Ve fakat İtalyanlar Capri çok bozdu yaa demiyor zira özgün doku turist akınına rağmen korunmuş vaziyette. Yine de Temmuz, Ağustos ayları haricinde bir dönemde planlama yapmak daha güzel anılarla geri dönmeye yardımcı olur. Zaten deniz turizmi için Türkiye ve Yunanistan çok daha iyi tercihler, Vezvüv yanardağı karşısında yüzme dışında bir ilginçlik yok. Ha ben de temmuzda gideceğim derseniz ne ile karşılaşırsınız? Kalabalıkların arasında yürüme, dar sokaklardan geçmek için sıra bekleme, denizlerde kalabalıklık…
Caprinin her bir köşesi sakin bir kartpostal. Masmavi denize doğru dik açılarla yükselen balkonlar, limon bahçeleri,teraslar, limoncello, yumuşak renklere boyalı kutu gibi evler, Akdenizin o uçsuz bucaksız mavisi, Meryem Anaya benzetilen kayalar, neşeli kahkalar ve onca kalabalığa rağmen sessizlik ve dinginlik…Tatlı hayat dedikleri böyle bişey olsa gerek. Burdan bakınca, Capride tatlı hayat için imkanımız olmasa da tatlı seyahat için imkan yaratmak mümkün!
Limana yaklaşırkenAnacapriden manzara
Gitmeden evvel bol bol ön yargıyla Capriyi sosyete adası olarak düşünmüştüm. Ki aslında öyle..Maradona, Michael Douglas, Cathrine Zeta Jones ve Sylvester Stallone gibi simalar adanın müdavimlerinden. Meğer buradaki sosyetiklik ev büyüklüğü ve araba büyüklüğü ile değil bahçe büyüklüğü ile ölçülüyormuş :P. Bembeyaz kutu gibi evlerin etrafında , domates bahçeleri, sivri biberler, kocaman kocaman limon bahçeleri, üzüm bağları ile donanmış durumda. Dolce Vita, tatlı hayat bu bahçelerin deniz manzarası etrafında dönüyor..
Villaların arasında kalan dar sokaklar üzüm bağları ile gölgelendirilmiş.Meydana yakın sokaklar şık butiklerle dolu..
Kaktüs bahçesi yapanlar da var 🙂
Capri Anacapri ve merkez Capri olarak iki bölgeye ayrılmış durumda. Birinden diğerine giderken otobüs, beyaz taksi veya motosiklet kullanılması gerekmekte. Bisikleti ise ancak dağ bisikletçilerine önerebileceğim. Ada inanılmaz yokuşlu. Biz yokuşa alışkınız dememek lazım zira burada yokuşlar, falezler ve manzaraları ayrı zorlukta.
Genelde Capri kalabalığı akşam feribotuyla sona erdiğinden adada konaklamak sakin halini görmek için çok iyi bir seçenek. Ada etrafında mavi turla grottoları (deniz mağaraları) görmek, bol bol limoncello içmek, dar AnnaCapri sokaklarında begonvillerin arasından yürümek, yükseklerde falezlerden günbatımını izlemek bu adada yapılabilecek güzelliklerden.
O bahçeli villalardan biri
CAPRİ TÜYOLARI
Adaya ilk vardığınızda şehir meydanına ulaşmak için teleferik, taksi veya minibüsleri kullanabilirsiniz. Teleferik yaklaşık 2 €, otobüs 4 € civarında. Uzun kuyruklarda bazen saatlerce beklenebiliyor. Beklemek istemeyenler dik yokuşlardaki merdivenleri kullanabilir (yaklaşık 30 dakika sürüyor) yahut taksiye binebilirler.
Teleferik ve sağ tarafa doğru uzanan uzun bekleme kuyruğu
Minibüs kuyruğu 🙂
Adanın her bir köşesinde ayrı güzellikte seyir terasları bulunmakta. Size verilecek haritadan yerlerini bulabilirsiniz. Bu seyir teraslarından birinde güneşi batırmak çok güzel manzaralara tanıklık ettirir.
Tekne ile Capri etrafında turlara katılın derim. Adanın etrafında değişen turkuaz renkleri, il faraglioni, falezler ve daha nice deniz güzelliklerine tanıklık edebilirsiniz. Faraglioni falezleri…Tekneler buradan küçük görünen o oluşumun içinden geçiyorlar.
Meryem Anaya benzetilen mağara dikiti
Çok fazla plaj bulunmadığından (kumlu plaj hiç yok, çakullı) plaj turizmi için tercih edilmemesi gereken bir ada. Büyük liman plajı en büyük plajı oluyor.
Büyük liman plajı.
Sahile arzı endam edenler..
Limoncello meselesi çok mühim bir mesele. Sıcak bir mevsimde giderseniz zaten dondurma dışında serinlemek için en uygun içecek limoncello. Yine hemen limanın girişinde bulunan Limoncello Cafe’nin limoncellolarını pek sevdik. Take Away fiyatı 3,5 € oturarak içtiiğiniz taktirde 6,5 € gibi bir ücreti var.
Kahve meselesi de önemli ama burada yoğunluktan kahvecileri gezmeye fırsatım olamadı. Sadece Napoliden Capriye giderken feribotta (1 €) meydana yürüyerek çıktığımız bir gün oturalım, dinlenelim bahanesi ile espresso içebildim (5€). Tatlar standart bir espressonun altında gibi ama ben o yorgunlukta zaten sadece kahve aradım 🙂
Anacapri de oldukça güzel. Oraya da uğramanızı ve sokaklarında kaybolmanızı öneririrm.
CAPRİYE NASIL GİDİLİR?
Napoli limanından kalkan arabalu vapur veya deniz otobüslerine binebilirsiniz. Arabalı vapurların üstleri açık olduğundan manzaraları daha güzel izlemeye olanak veriyor. Yaklaşık 1.30 saat sürüyor. Sorrentodan da sık deniz otobüsü seferleri olmakta. Buradan da gitmeyi deneyebilirsiniz.
Aurora adanın en ünlü restoranlarından. Akşam saatlerinde yer bulmanın mümkün olmadığı mekanın duvarlarını buraya giden ünlülerin fotoğrafları ile süsleniyor. Tanıdık geldi mi? 🙂
Sorrento Napoli, İtalya’nın sevilen, tercih edilen bir tatil beldesi. Uzun uzun falezlerin kıyısında, şemsiye gibi sahil çamlarının altında, Vezüv yanardağı manzarasında denize girmek isteyenler için ideal bir yer.
Sorrentoya Napoli üzerinden karayolu veya trenle ulaşabileceğiniz gibi deniz yoluyla da ulaşabiliyorsunuz. Biz Capri adasından geçmeye karar vererek yaklaşık 25 dakikalık dalgalı deniz yolculuğu akabinde Sorrentoya ulaştık. (Hava durumu daha sakinken eminim deniz yolculuğu şahanedir :))
Buraya gelmedeki amacımız Sorrentoyu üs olarak kullanarak konaklama ücretlerinin kat be kat daha fazla olduğu Amalfi kıyılarını dolaşmaktı.
Ancak sonradan farkettik ki Sorrento da başlı başına gezilebilecek bir yer; limon bahçelerinde yürüyüş yapabilir, bol bol ‘crema di limoni’ içilebilir, tarihi saat kulesinin oralardaki küçük dükkanların arasında limoncellolu badem şekeri tadabilir, pizza yiyebilir, müze gezebilir, falezlerin üzerindeki balkonlardan denizi, kıyı şeridi boyunca uzanan diğer falezleri, sahil çamlarını, Vezüvü izleyebilirsiniz. Üstüne de denize girip yüzebilirsiniz. Daha ne olsun? Ancak belirtmekte fayda var. Burası da bölgenin tamamı gibi oldukça pahalı bir yer. Günlük minimum harcamanız otel dahil iki kişi için 200 € civarında olacaktır.
Tasso Meydanı Sorrentonun en yoğun meydanlarından. Akşamları büyük saksılarla bir kısmı trafiğe kapatılıyor.Kasabanın eski kısmı dar ve çok kalabalık sokaklarla dolu.
Biz Saint Agnello sahilinde denize girdik. Falezin alt kısmına ulaşmak için kıyıda kurulu merdivenlerden girip ufak bir mağaranın içinden geçtikten sonra ücretli bir tesise ulaştık. Giriş ücreti 5 €, asansörle yukarı çıkmak 1 € gibi her bir hizmet ücretlendiriliyor, şezlong veya şemsiye için ayrıca ücret talep ediliyor. Kumlu plaj bulmanız oldukça zor. Volkanik topraklı koyu kahve minik taşların arasından mavi suların içinde bir yanda Vezüv yanardağı bir yanda falezlere karşı yüzüyorsunuz. Bence oldukça güzel ve keyifli bir yüzme alanı.
Sol tarafta Vezüv yanardağı, sağ tarafta falez manzaralarıyla denize girenler..
Sorrento bölgesinin en güzel yanı Limon bahçeleri, limoncellosundan (Limoncello: limon kabuklarından yapılan bir likör çeşidi) yapılan soğuk içecekleri ve limoncellolu badem şekerleri. Dar sokaklar limon ve limon ürünü dolu. Her yer açık sarı renklerle bezenmiş durumda. Şehrin göbeğinde limon bahçeleri hala yüzyıllardır aynı yerde bozulmadan günümüze ulaşmış. Bu bahçelerin bazıları ise limoncello sattığından içlerinde gezmenize ve yürüyüş yapmanıza olanak sağlıyor. Girip tur atmak ve fotoğraf çekmek için ideal.
Limon bahçesinin güzel giriş kapısıLimonları bizimkilere göre biraz daha iri ve buruşuk yapıya sahip.Limon bahçesinin yürüyüş yolu bile var 🙂Her yer limoncello, meloncello, crema di limoni… Crema di limoni ise içmeye doyamadığım limoncellonun sütle karıştırdıkları bir çeşidi..Limon sabunları sokaklara çok güzel koku veriyor..
Benim Sorrento ile ilgili verebileceğim ipuçları:
Yürümek istemezseniz şehrin göbeğinden (Piazza Tasso) kalkan turistik tren kasabanın ana hatlarında sizi 6 € karşılığı gezdiriyor.
Çok turistik bir bölge. Kasaba küçük ve kalabalık. Restoranlarda sıra beklemek çok olağan bir durum. Meydanlara nazır restoranlarda prosecco içip gelen geçeni izlemek güzel ancak dondurulmuş pizza sattıklarından oralarda yemek yerine ara sokakları tercih edin derim.Otel fiyatları Amalfi kıyılarına göre nispeten daha ucuz, ortalama gecelik minimum 100 €’dan itibaren :P.. Pahalı oda fiyatları beklentinizi yükseltmesin, hizmet kaliteleri çok yüksek değil. Genelde oteller eski ve çok kalabalık olduklarından pek yenilenmeye, hizmet kalitelerini arttırmaya yönelmiyorlar.
Falezlerin 50 metre üstünde sahiden nefes kesici manzaraya sahip Grand Otel Vittoria Excelsior oteli var. Hayatımda ilk defa bir oteli her şeyiyle beğendim. Hele bazı noktalardaki balkon restoranları ve falez kovukları öyle güzel ki…Yükseklik korkuları olmayanlara inanılmaz güzel mekanlar, manzaralar sunuyor. Tabi ki bu otel genelde ünlülerin, kralların, kraliçelerin konakladığı süper pahalı, geceliği ortalama 1000 € olan bir otel.
İtalya’nun kuzeyinde sokaklar bile mis gibi kahve kokarken elde olmadan overdose kafein tüketiyorsunuz. Espresso için başlı başına yapılabilecek ayrı bir seyahatten bahsetmek istiyorum bu sefer. Özellikle baristalar ve kahve ile ilgilenenlerin bu seyahatten çeşitli bilgilerle dönmesi garanti!
Fabrika balkonundan manzara!
Floransa’ya trenle 30 dakika uzaklıkta bulunan dünyanın en iyi kahve makineleri üreticisi La Marzocco’da fabrika turu yaklaşık 90 dakika sürüyor. Tura özellikle baristalar ve bloggerlar ilgi gösteriyor. Benim katıldığım esnada 3-4 blogger, Amerikalı baristalarla beraber yaklaşık 10 kişi idik.
Pazarlamadan Silvia Bartoloni bizi karşılıyor ve başlamadan kahve ikramı yapılıyor. Şansımıza kullandıkları kahve çekirdekleri -partnerleri ve ödüllü Floransa kahvecisi-Ditta Artigianale’dendi. İkram alanında 1920’den itibaren imal edilmiş çeşitli espresso makineleri sergileniyor. Bu alan aynı zamanda işçilerin de sabah kahvaltı kahvelerini, mola zamanında espressolarını içtikleri alan. Balkonunda bulunan Toskana manzarası şahane gerçekten! Turun sonunda da Floransa’da iyi kahve içebileceğiniz 20 kafenin adı ve haritasını içeren çok değerli bir harita da veriyorlar.
Silvia ve sol taraftaki makine sergilenen en eski espresso makinesi,
Şirketin kurucuları Bambi kardeşlerden Bay Piero Bambi 80 küsür yaşında ve hala tam zamanlı işine gelip gidiyor. Gençliğinizi kahve içmeye mi borçlusunuz diye sordum. Güldü geçti tabii 🙂 Ara sıra bazı konulara kendisi cevap vermek istediğinden gelip makinelerini gururla anlattı. Onları çocukları gibi sevdiği çok belli. La Marzocco esas çıkışı, ünlü olması dikey kazanı keşfetmesi ,makinelerine çift kazan yerleştirmesi ile oluyor.
Bay Piero her sabah işinin başında!
La Marzocco hala elle üretime devam eden bir fabrika. Bizzat gördüm! Elle üretim dışında yeniliğe zanaatkarlık anlamında çok açık bir firma. Ar-ge çalışmaları epey var. Ayrıca tasarımda da çok iyiler. Tasarımlı dış yüzeyler, cam gövde vb. gibi farklı farklı projeleri var.Ev tipi espresso makineleri bulunsa da çoğunlukla cafe ve kahve barları için makine sunan bir firma. Stoklarında makine bulunmuyor sipariş usulüne göre çalışıyorlar.
Eğer siz de bu tura katılmak istiyorsanız web sitelerinden bir form dolduruyorsunuz, randevu alıyorsunuz. Trenle gidecek olursanız Floransa’dan San Piero A. Sieve duarağına kadar gidip oradan da shuttle’a biniyorsunuz.
Sloganı çok beğendim ❤
Bu da fabrika girişinde asılı levha. Şöyle diyor”The frontier is a zone typically touched on by artisans. Difficult and dangerous to the naked eye, and practically inscrutable to market research, the frontier can at best be sensed by using qualities that are rarely accepted by present day industrial culture: intuition, sensitivity, and a desire to accept managed risk as an essential part of our work.”
Rönesansın kalbi Floransa seyahati- iyi bir kahve gibi -her zaman iyi bir fikir. İster Assasin Creed oynamış olun, Ezio’nun izinden gidin, ister Dan Brown’ın romanlarının peşinde gidin, ister İtalyan rönesansının, Michelangelo’nun izinde gidin. Bir defa gitmek genelde yeterli olmaz . Tekrar tekrar gidilir.
Visiting Florence is always a good idea – just like a good coffee-.The city has a lot to offer; you may track Aazio of Assasins Creed, you may track the novels of Dan Brown or you may follow the paths of Italian Renaissance. Usually going once is not enough. You’ll want to visit the city again and again.
Floransa güzelliğine İtalyan kahve kültürü de eklendiğinde muhteşem kahve durakları ortaya çıkıyor. Gerçi bu şehirde nerede kahve içerseniz için pişman olmayacaksınız. Ya nefis bir duomo manzarası yahut nefis bir espresso lezzeti tadacaksınız. Üstelik bunun için ödeyeceğiniz bedel ortalama 1 €’dur. Yanımda bulunan italyan arkadaşım 1,10 €’luk kahve ücretini fazla bulduğunu söylediğinde oldukça şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Ona göre ortalama kahve fiyatı 0,80€’yu aşmamalı.
On top of Florence beauty, you’ll have the beauty of Italian style coffee culture. Standing on the coffee bar and sipping, enjoying your coffee on foot. Wherever you crawl for coffee here you will not regret it because either you’ll have a very beautiful duomo, cappula, piazza sight or you’ll taste a great espresso. On top of it, the avarage price per ” un cafe” is about 1€ only. My Italian friend told that for her a 1,10 € kafe is quite expensive. Normally the coffee prices should not exceed 0,80€. I think this is kind of good news for coffeeadicts like me :). Not that expensive!
Bu sefer 4 durakta kahve içme şansına eriştim. Güzelliği ile ünlü Santa Maria Del Fiore katedrali yani Floransa Duomo karşısında Scudieri oldukça tarihi ve uğrak bir mekan. Baristaların şıklığı, kibarlığı inanılmaz! Yoğunluklarına rağmen yaptıkları işe gösterdikleri özen dört dörtlük. Mekanın içi oldukça klasik bir havada. Hatta avizeleri biraz şaşalı ve gösterişli ama bu ortam eski bir kahveciye çok yakışıyor doğrusu. Şehir koşuşturmacasına başlamadan evvel ilk kahve shot’ı…
I had the chance to drink coffee in 4 stops this time. Scudieri, one of the oldest coffeeshops in Florence is just opposite of Duomo offering a great view of it. The bar is in classic style and the well dressed Baristas, large chandeliers reflect a very decent atmosphere. It is a good spot to take a coffee shot before exploring the city.
Gotik duomo’nun 463 merdivenini tırmanarak ulaştığımız efsanevi cappula ve yukarıdaki seyir manzarası Toskana başkentine tepeden bakmak için tek kelimeyle kusursuz. Sonrasında bu muhteşem cappulayı uzaktan seyredebilmek için şehrin diğer bir yüksek noktasına Villa Bardini‘ye yürüdük. Burada hem Floransa tipi bahçe görüp seyir terasında kahvenizi yudumlayabiliyorsunuz. Şehirdeki en iyi manzaralardan birinde kahve içmek. Daha ne ister ki bir kahvesever?
We were quite tired taking the 463 steps of Gothic duomo. Guess what. We needed a coffee! We went on to the second coffee shot in another hill of the city, at garden this time. Villa Bardini. Here you can visit a Fiorentine type garden and have a coffee at a great view of the city and amazing cappula.
Sonrasında Ponte Vecchio köprüsünde biraz diğer turistlere karışıp Piazza turları kapsamında Piazza della Signora ve Piazza della Republica’da turist ordusuna karışıyorsunuz. Bu yıl ilginç bir şekilde daha mayıs başında yoğun sezon başlamadan inanılmaz bir kalabalık oluşmuş. Kalabalıkların arasında Palazzio Vecchio’nun arka sokaklarında ödüllü barista Ditta Artigianale‘yi aradım. Hem kahveseverlere hem de vegan arkadaşlara burayı öneririm zira İtalya’da vegan gıda bulmak pek kolay olmayabilir. Ayrıca kahvesi de iki tane içirtecek kadar güzeldi.
Later on it is easy to get lost in the crowd of tourists. Ponte Vecchio, piazza della Signora, piazza della Republica..Amid the crowd, at the backstreets of Palazzo Vecchio I searched for Ditta Artigianale founded by a barista champion. I’d totally suggest this place to coffeelovers and vegans equally. Drank 2 shots of coffee here 🙂
Sonrasında da apperativo saati yaklaştığından Piazza della Republicada ünlü Gilli kafede apperativo’da İtalyanların arasında da moda olmasına şaşırdığım spritz içtim. Kuzey İtalya’da apperativo saatlerini değerlendirerek karın doyurabilirsiniz. Apperativo’da içeceğe para ödeyip açık büfe sunulan atıştırmalıkları yiyebiliyorsunuz. Burası da oldukça tarihi ve şık bir mekan. Barda durup kahvenizi ya da apperativo içeceğinizi yudumlayıp piazza (meydan) izlemek için harika bir nokta.
In apperativo time, I stopped by in famous Gilli of Piazza della Republica. The old cafe is again a very stylish place to have a coffee or apperativo.
Uzun zamandır Toskana kırsalını, tepelerini, servilerini ve tarihi kasabalarını görme hayalleri kuruyordum. Floransa’nın başkent sayılabileceği Rönesans’ın ana vatanı diyebileceğimiz İtalya’nın kuzeyinde yer alan Toskana vadisi; yeşil panjurlu binaları, doğa harikası manzaraları ve şirin kaleli kuleli köyleri ile Ortaçağ yaşamına kapı aralıyor.
Toskana vadisi bir iki saat mesafe ara ile birbirinden güzel rotaları barındırıyor: 294 basamaklı Pisa kulesi, şarap cenneti Siena, kuleleriyle ünlü kale-köy San Gimignano, Bahçeleri ile ünlü Lucca, ortaçağ yaşam klasiği olarak nitelendirilen Monteriggioni. Bu rotalar öyle ünlenmiş ki güneşin kendini göstermeye başlamasıyla bölge adeta ziyaretçi akınına uğruyor.
Size anlatmaya çalışacağım rota olan Mugello vadisi, Toskana vadisinin Umbria sınırına gelmeden, Apenini dağları eteklerindeki son Toskana vadisi oluyor. Henüz uluslararası turistlerin akınına uğramamış bir bölge olduğundan diğer Toskana kasabalarına göre daha sakin ve daha İtalyan bir hava taşıyor. Bu bölgede de elinizi sallayınca tarihe ve doğaya çarpıyorsunuz. Mutfak ise yanında hediye geliyor. Doğası yemyeşil, tarihi köklü ve korunmuş, mutfağı da parmak yedirtecek cinsten. Daha ne ister ki insan! Şimdilik bu bölgeye sıcak havalardan kaçan İtalyanlar ve Toskana vadilerinde uzun yürüyüş, trekking yapan Almanlar gidiyor. Bahsedeceğim kale köyler Borgo San Lorenzo, Marradi, Scarperia, Sant’Agata ve Vicchio köyleri. Yalnız keşfedilmemiş rotalar tabi ki burada bitmiyor. Bu vadide hangi noktada duraklarsanız duraklayın tarih, iyi yemek ve en önemlisi iyi kahve garanti. Yerel ürünler ile yavaş yaşamdan bir nebze tatmanız çok olası.
Günlerden bir bahar günü kendimi nihayet İstanbul -Pisa uçağında buldum! Uçakta kulak misafiri olduğum yolcular “işe bak, İstanbul’da bi yere gitmem üç saat sürüyor Pisa’ya iki saatte gelebiliyoruz” diye benim de aklımdan geçenleri seslendiriyorlardı. Tabi ki uçaktan inince Pisa’da eğlenceli turistik şamatalardan yaptım: Piazza Mirraccoli meydanına uğradım, eğik Pisa kulesini dik tutmaya çalışıyormuş gibi fotoğraf çektirdim. Bir süre güzel Arno nehri kıyılarında gezip nefis katkısız gelato’nun tadına baktım.
Uçak alçalmaya başlayınca sisli vadi manzaralarını görmeye başlıyorsunuz.
Yağan yağmurdan Pisa kulesi yansıması fotoğraflama çabaları..Pisa Arno nehri kıyısında Geleteria de Coltelli gelatosu
Esas aklımda olan ise “Toskana doğası” idi. İnsana oturduğu yerden saatlerce izleyebileceği eşsiz bir pastoral manzara sunan doğa: Yemyeşil tarlalar, minik tepeler, terra cotta renginde çiftlik evleri ve gökyüzüne yükselen ince uzun serviler.. 2000 yıllık yaşam geçmişine sahip Toskana ovalarında, yeni doğan çocuklar için zeytin ağacı dikmek yerine rüzgar tutma ve peyzaj etkisine sahip servi ağaçları dikilirmiş. O yüzden eğer bir tepede servi ağaçları görüyorsanız onların arkasında mutlaka bir çiftlik evi vardır.
1.Gün – Borgo San Lorenzo Kasabası
Pisa’dan yaklaşık iki saat süren bol Toscana manzaralı bir araba yolculuğu sonrasında Mugello vadisinin merkezi kasabasına ulaştım. Borgo San Lorenzo, bu yeşil Toskana bölgesinin hem kalbi hem de en eski kale-köylerinden biri. Toskana vadisinde bu tarz kale köyler ortaçağ yaşam klasiği olarak nitelendiriliyor. Etraflarında kale duvarı örülü olan kale-köyler küçük evlere, yeşil panjurlara, gözetleme kulelerine, çan kulelerine, dar sokaklara ve kale kapıları geçitlerine ev sahipliği yapıyor. Hemen hemen hepsi hala tüm ihtişamıyla dimdik ayakta. Modern yaşam bu orta çağ köyünü koruyarak, restore ederek kurulmuş. Parklar, nehir kenarında manzaralı yürüyüş yolları, eski kent merkezinde bina ve panjurları ne renk boyanacağı gibi öğeler belediye tarafından kontrol ediliyor. Şansa bırakılmıyor. Ertesi sabah erkenden uyanıp dar sokaklarını hemen arşınlamaya başladım. Etrafta kimsecikler yok diye düşünürken meğer insanlar İtalyan usulü kahvaltıdaymış. Yani, kahve barında ayakta “un kafe” ve kruvasan ikilisi ile yapılan kahvaltı.Kahve barında kahve isterken “Eat Pray Love” Julia Roberts gibi hissetmemek elde değil :). Kafenin hemen bitişiğindeki sokakta da haftalık pazar kurulmuş. Bizim pazarlarımızdan ayrılan yönü satılan yiyeceklerin tazeliği… Belli ki az miktarda olan gıdalar uzun yollardan gelmek yerine yakın bölgelerden getirilmiş. Akşam yemeğni de hemen kilisenin karşısında bulunan trattoriada yedim. Şef’in ilgisi inanılmazdı. Benle uzun uzun nasıl bir yemek istediğim hakkında konuştu. Meğer burada yiyeceğiniz yemeği severek yemeniz çok önemliymiş. Şefler memnuniyetiniz için inanılmaz dikkatli çalışıyor. Özenerek pişiriyor, özenerek servis yapıyor. Sonradan öğrendiğime göre yemek yemeden evvel şefin masalara uğrayıp konuşmaları aslında buradaki yemek kültürünün neredeyse bir parçası.
Borgo San Lorenzo saat kulesi
Yürüyüş rotası manzarası
Borgo San Lorenzo tarihi kapısı
Sabah erken saatlerde kahve barındaki kalabalık
2.Gün Marradi Kasabası
Umbria’ya daha yakın olan bu kale-köy Bologna Floransa tren hattı üzerinde yer alıyor. Daha doğrusu tren buradaki ana ulaşım öğesi. İkinci önemli öğe ise bisiklet. Kıvrıla kıvrıla giden araba yolları boyunca dağ bisikleti ve yol bisikleti sevdalıları için türlü türlü planlı yollar bulunuyor. Hemen bu köyün girişinde de Mugello vadisinin bisiklet yolları ile ilgili haritalar bulunmakta. İtalya’nın yarışa hazırlanan birikletçilerini de bu kasabada görmek mümkün. İtalyan arkadaşlarım ve ben Borgo San Lorenzo’dan yaklaşık 30 dakika süren bir tren yolculuğu sonrasında muhteşem bir 500 yıllık Toskana evinin, Palazzo Torriani’nin konuğu olduk. Müze, konukevi karışımı olan bu dört dörtlük Toskana evi restoran ve konukevi olarak hizmet veriyor. Gerçek bir Toskana hanımefendisi Anna Maria’nın köklü ailesinin özel tariflerinden Sanbu Çiçeği kızartması ve Ispanaklı, taze racotta peynirli Tortelli tatma şansına eriştik.
Mugello vadisinin kıvrımlı yolları İtalya’da bisikletçilerin favori rotası.Sadece bisikilete açık dağ yolları da bulunuyor. Bu rotaların çoğu kolaylık ve zorluk derecelerine göre sınıflandırılmış.
Palazzo Torriani tarihi süslemesi.
Ispanaklı TortelliniSanbua Çiçeği kızartması.
3. Gün Scarperia Kasabası
8 Eylül 1306’da Mugello vadisinin merkezi olması planlanan Scarperia köyü kurulur.Bu köy tarihi Bologna, Firenze yolu üzerinde kurulduğundan ve yerleşenlere toprak vaat edildiğinden kısa bir zamanda geçiş bölgesinde önemli bir yerleşim merkezi olur. Altı ayda bir Floransa’nın atadığı “vicario”lar gelir bölgede vergisini toplar sonra başka bölgelere atanırmış. Restore edilen San Barnaba kalesinin içi 1300’lü yıllardan itibaren bölgeyi yöneten valilerin armaları ile dolu. Bir zamanlar 13 kulesi olan bu kale-köy İtalyanın en güzel korunan kale köylerinden biri olarak ödüllendirilir. Scarperia’nın bir başka ünü ise el yapımı bıçakları. Bir zamanlar bu küçücük köyde 80’e yakın bıçak atölyeleri bulunurmuş ve kale-köy’ün temel geçim kaynağını oluştururmuş. Şimdilerde bu sayı rekabet edememe yüzünden beşe düşmüş. Bu bıçakçılardan biri olan Fabio’ya uğruyoruz ve kendi elleri ile yaptığı bıçaklardan bir tanesini satın alma şansına erişiyorum. Fabio bu işi zanaatkar babasından öğreniyor ve devam ettiriyor.
Sant’Agata di Scarperia köyü – O kadar küçük bir köy ki doğru düzgün bir bakkalı bile bulunmuyor. Ancak o kadar iyi korunmuş bir köy ki restore edilen kapılar, restore edilmeyen kapılar..Etrafında manzaralar görmeye değer.
San Barnaba kalesinin iç duvarları Floransa tarafından atanan “Vicario”ların bıraktığı aile simgeleri ile süslenmiş.
Vicario odası. Mobilyalar 1700’lü yıllardan kalma.Vicario armaları aynı zamanda kalenin dış duvarına da işlenmiş durumda.Fabio’nun elinde tuttuğu bıçaklar bir zamanlar evlenenlerin birbirine aldığı hediyelermiş. Kendisi bıçak ustalığında 3. kuşak.askıda çamaşır fotoğraflamadan olmaz 😛
Scarperia parkından manzara.Sant’Agata kulesi
4.Gün Vicchio Kasabasında akşam yemeği.
Toskana’nın kıvrımlı yollarında 4. günümde de akşam yemeği yemek üzere Michelin yıldızlı bir restorana Ristorante Alberto’ya gidiyoruz. Evet evet doğru duydunuz.. Orda uzakta bir yerdeki, köydeki bir restoran Michelin yıldızı alıyor ve oldukça ünlü. Hafta içi kalabalık olan bu restorana, hafta sonu rezervasyonsuz yer bulmak neredeyse imkansız. Çiftliklerinin ve etlerin bu bölgede ünlü olması dolayısı ile yerel biftek ve etler hazırlayan bu ristorante yerel tarifleri ile ünlü. İnanılmaz renkli ve sempatik aşçımız Cristian Borchi bizi karşılıyor. Kendisi ile yine Toskana aşçılarına özgü hangi yemekle mutlu oluruz hakkında konuşmalar yapıyoruz. Çatıda Toskana güneşi ve güzelim manzarası karşısında büyüyen çeşit çeşit baharatı gösteriyor bize: biberiye, kekik,fesleğen benim tanıyabildiklerim.. Taze baharat kullanmayı sevdiğini söylüyor…Sonra bizzat mutfağa geçtik ve ısırgan otu ve terracota peyniri kullanılıan Mugello usulu Tortelli’mizi hazırladık. Sonrasında da yemeklerimiz konuşmalarımıza göre az az tadımlık geldi. Böyle bir yerde yemek, güzel kaliteli bir Toskana şarabı ile 30€ civarında mal oluyor.
Siyah truf mantarı. Toscanadan toplanan bu mantar çok nadir mantarlardan. Özel izne tabi yetkililer tarafından yılın belli döneminde yine bu bölgeden toplanıyorlar.Isırganlı, taze racotta peynirli Mugello tortelli makarnası
Via Degli Dei mini yürüyüşü
Bologna’dan Firenze’ye yaklaşık 200 km’lik bu tarihi yürüyüş yolu Toskana vadisinin neredeyse tüm güzelliklerini gözler önüne seriyor. Genelde Almanların yürüdüğü bu rotada ben de 2 saat kadar San Piero a Sieve yakınlarında yürüme şansına eriştim. Kırmızı beyaz trek rotalarının ağaç gövdelerine işaretlendiği bu rota sahiden inanılmaz. Kuş cıvıltıları, yeşilin binbir tonu, yuvarlak tepeler, Vespa Ape’ler, çiftlik evleri ve serviler bana eşlik etti. Bu mini yürüyüş bile bana doğanın bizim kadar hızlı olmadığını tekrar hatırlattı.
Ulaşım
Toskana’nın bu bölgesine ulaşmak için Pisa veya Bologna havalimanlarını kullanabilirsiniz. Buradan da keyifle ve seyrede seyrede gitmek için en güzel yol araba kiralamak olsa da her iki şehirden Borgo San Lorenzo ve Marradi’ye trenle ulaşım oldukça kolay. Özellikle Floransa’dan kalkan bazı trenlerle Floransa -Borgo San Lorenzo mesafesi 35 dakika kadar kısa bir süre. Tüm tren saatlerini de trenitalia web sayfasından http://www.trenitalia.com/ öğrenebilirsiniz.
Konaklama
Borgo San Lorenzo merkezde 3 ve 4 yıldızlı otellerin yanı sıra bu bölgede apartman kiralama, çiftlik kiralama gibi oldukça popüler hale gelen “yavaş tatil” seçenekleri de bulunuyor. Burada işler biraz ters işliyor. Ne kadar kırsalda ise ücret o oranda artabiliyor. Konaklama seçenekleri için otel sitelerinden arama yapabilir yahut Mugello turizm il müdürlüğünün web sayfasına göz atabilirsiniz. http://www.mugellotoscana.it/
Palazzo Torriani’yi aşırı beğendim. Balayı rotası için kral ve kraliçeler gibi kuş sesleri arasında konaklanabilecek bir rota olduğunu düşünüyorum.
Yeme İçme
Ben İtalya’nın herhangi bir yerinde şu ana kadar yediğim şeyden memnun olmadığımı hiç hatırlamıyorum. Bu bölgedeki aşçılar ise ekstra özenli. Memnun kalıp kalmadığınızı bizzat sorarak öğrenmeye çalışıyorlar. Sadece Pizzeria, Trattoria ve Ristorante kavramlarını bilmekte fayda var. Fiyatlar konusunda bilgi veriyorlar çünkü. Pizzeria nispeten ucuz, Trattoria restoran kıvamında ama nispeten ucuz, Ristorante ise genelde birinci sınıf hizmet veren mekanlar oluyor.
Apperativo
Kuzey İtalya için önemli bir kavram olan apperativo içtiğiniz içeceğe para ödeyip yanında ikram edilen atıştırmalıkları yediğiniz öğün oluyor. Şu anda tüm İtalyaya yayılmış olan bu akımı deneyimlemeden dönmeyin derim. Hatta genelde servisli masalarda yemek yemeden daha ucuza geldiğinden güzel Toscana şarapları eşliğinde karnınızı doyurabilirsiniz.
Venedik gibi pahalı olan bir şehri bile gezmek için sandığınız kadar çok para ayırmanız gerekmez. Venedik seyahat planlarından çıkarılamayacak kadar güzel, ihtişamlı her yeri ayrı tarih kokan bir kent. Kanalları, gondolları, karnavalları, dar sokakları, maskeleri, pelerinleri, küçük zanaatkar dükkanları, o dar sokaklardan çıkılan grande piazzalar, San Marco meydanı, Dükalar Sarayı, Burano ve Murano gibi cennet adaları ve daha nice sayılamayacak güzellikleri barındırıyor.
1/Uçak bileti, tren veya otobüs (ulaşım metodunuz neyse) ayarladıktan sonra
2/Önceden planlama ve biraz dikkat ederek bütçenizi denkleştirmeniz mümkün.
You don’t need to spend a lot of money even in a city as expensive as Venice!
1/After arranging a budget flight, train or bus
2/Planning ahead and a little care will contribute a lot to a budget travel.
Imagine a city full of canals, splendor and history… Gondols, narrow streets, masks, pelerines, festivals, carnivales, small artisan shops, grande piazzas after narrow streets, San Marco square and cathedral, Palazzo Ducale, Burano and Murano islands and many more beauties are within. Everything that a traveler wants to see are packed in Venice. So why should we omit the city just because it is one of the most expensive cities? Budget travelers can as well enjoy the city. Just hit the road and your adventure will begin.
You can read some of the budget traveling tips to Venice from here:
La Spezia Akdeniz kıyıları o kadar güzel ki insan nereye baksa bir manzara, bir ihtişam, bir tasarım ve tabi ki gelato (İtalyan dondurması) görüyor. Buraların en bilinen kasabası kuşkusuz minicik Portofino. Buğulu sesi ile Portofino’nun ününe ün katan sevgili Dalida bu minik kasabayı o kadar ünlü etti ki geleni gideni hiç bitmiyor.
Portofino’ya gitmek için İtalya, Genoa’ya (Conova) uçtuktan sonra ulaşmanız oldukça kolay. Genoa Brignole tren istasyonundan San Margherita Ligure durağına, oradan da bir otobüsle Portofino’ya ulaşabilirsiniz. Karadan gitmek manzaranızı kesinlikle azaltmıyor. İtalyan sahil kasabalarını geçe geçe yolculuk ediyorsunuz. Otobüs yolculuğu ise biraz Metrobüsün mini versiyonu gibi 🙂 Saatleri seyrek ve otobüsün kendisi oldukça küçük. Bizim tercihimiz giderken bu mini otobüsü kullanmamak yerine sahil boyunca yürüyerek Portofino’ya ulaşmak oldu. Yürümek iyi bir tercihti çünkü yol boyunca manzaranın ardı arkası kesilmedi ve Santa Margherita Ligure’nin içini de görme şansına eriştik.
Ancak yolun 5 km olduğunu, bir çok burnu sahilden ve bazen yolun kenarından kat ettiğinizi, bazı burunların bolca rüzgar aldığını da belirtmeliyim. Bu yürüyüş parkuru aynı zamanda o bölgenin spor parkuruydu. Dolayısıyla bol bol koşan fit İtalyan erkek ve kadınlara denk geldik. Koşarken de çok şıklar!
San Margharita Liguere’nin de içini gezme şansınız olduğundan bu güzel kasabaya da vakit ayırmış olduk. Tabi “gelato” İtalyan dondurması seviyorsanız biraz riskli çünkü her dondurmacıda durup bir dondurma yemek istiyorsunuz. Hakikaten capuccinolusu, limonlusu her biri ayrı güzel, ayrı lezzetler. Paramızı bol bol dondurmaya harcadıktan sonra İtalyan plajlarına ve plaj kabinlerinin bile tasarımlı olmasına hayran olmamak elde değil. Santa Margharita Liguere oteller ve plajlar bölgesi. Birbirinden şık oteller plajlar yan yana..
Nihayet son burnu da pembe ve koyu kırmızı zakkumların ardında manzara eşliğinde geçtikten sonra Portofino tabelası önüne geldik.Şık koşucuların yerini şık kahve içen insanlar yer almaya başladı. Tabi ayakta espressolarını yudumluyorlar. Şans eseri hemen Portofino meydanını buluverdik. Aslında çok ta şans sayılmaz zira kasaba bir tane cadde ve dar ara sokaklardan oluşan küçük mü küçük bir yer. Oradayken denk geldiğimiz düğünü seyre dalıyoruz. Kiliseden yeni çıkmış genç çift’in kafalarına buğday ve şeker atılıyor. Güle eğlene Portofino’nun arnavut kaldırımlı minik sahil meydanından geçiyorlar. Bilmiyorum tekrar yazmama gerek var mı ama herkes yine çok şık. Davetlilerin şıklığı neredeyse damat ve gelinin şıklığını aşıyor. Hep baraber kutlama yapacakları yere doğru şen kahkahalar atarak ilerliyorlar.
Meydanda pizza yeme ve İtalyanların meşhur Toscana ev şaraplarını tatma şansına da eriştik. Fiyatların genele kıyasla o kadar da pahalı olmadığını düşünüyorum. Özellikle şarap ciddi anlamda su içmekten daha ucuz.
Portofino meydanın arka sokaklarında küçük küçük hediyelik eşya dükkanları, limon satan tezgahlar ve ayakta kahve satan dükkanlar bulabilirsiniz. Abartmakta bir sakınca görmüyorum ama neredeyse 200-500 adımda kasabayı gezmeniz mümkün. Yeşil panjurlu dışa doğru açılan tahta kepenkler, alçak katlı rengarenk boyanmış evler, çamaşır ipine güneşe karşı asılmış çamaşırlar… Ve pek tabi ki bağırarak konuşan, aynı zamanda konuşup birbirini anlayan İtalyanlara burda da denk gelebilirsiniz.
Dönüşte tren istasyonuna giden mini otobüsün kalktığı noktayı da bulmanız zor olmayacaktır. Bu otobüs halk otobüsü gibi bir otobüs aslında. Bekleyenler oldukça kalabalıktı. Biz de İtalyan hanımefendilere yer vererek , dönüşte de ayakta manzaranın seyrine daldık.
Nedendir bilmem ama “yurtdışı tatil” deyince hep akla ilk Roma gelir. Galiba vakti zamanında Audrey Hepburn’lü Vacanza Romana filmi ile iyi PR yapmış İtalya ve Roma akıllarda iyi tatil diye bir yer edinmiş.
Bendeniz ise İtalya ile ilgili ilk yazımın mutlaka Cinque Terre olmasını istedim. Çünkü içinizi kıpır kıpır edecek romantik* alanlara, inanılmaz doğal güzellikte kıyılara ve mini mini trek rotalarına sahip bir bölge burası. En önemli özelliği ise köyler arası ulaşımın sadece trenlerle yahut yürüyüş ile yapılıyor olması.
Tren yolculukları öyle güzel ki.. Tren çok sık tünellere giriyor.Riomaggiore Monteresso’ya yürüyüş rotasından bir fotoğraf.Vernezza -Manarola köyleri arasındaki yürüyüş yolunun başlangıcından Vernezza köyü manzarası.
Cinque Terre İtalyanca’da beş köy anlamına geliyor. Riomaggiore, Vernezza, Manarola, Corniglia ve Monterosso köylerinden oluşuyor. Sarp kayalıklar üzerine inşa edilmiş evler, estetik keşmekeş yaşam stili ve şirin kayıklara ev sahipliği yapıyor bu köyler. Henüz Amerikalılar dışında çok tercih edilen bir destinasyon olmadığından gerçek İtalyanlar ve onların gerçek yaşamlarına tanık olabiliyorsunuz.
İtalyan sahillerinin güzelliği, bakımlı balıkçı kayıkları, üzüm bağları, limon ağaçları, renk renk begonviller, şarap, insanların neşesi bir araya gelince aşk olmaz da ne olur? Bu aşk’ın en kıymetli malzemesi ise köyleri birbirine bağlayan tren yolculukları. Tren’in düdüğünü duyduğunuzda sevdiğinize kavuşmak için yola çıkmaya hazır oluyorsunuz…
Yemek açısından asla sıkıntı çekmezsiniz. Pizzalar, deniz ürünleri ve şarapseverler için Toscana bölgesinin leziz şaraplarını kolaylıkla iyi fiyatlara bulabiliyorsunuz. Benim oradaki en sevdiğim yemek mekanı Vernezza’daki Geleteria (Dondurmacı) oldu. Yerini tarif etmeyeceğim çünkü önünde bekleyen insanlardan ve dükkanın etrafında mutlulukla dondurma yiyen turistlerden kapısını bulmanız hiç zor olmayacaktır. O dondurma öyle efsane bişey ki bir seferinde üst üste 18 top yemeyi başardım. Üstelik bu 18 topun her biri farklı aromaya sahipti. Genci yaşlısı, yerlisi yabancısı herkesler dondurmayı yalayarak yemenin tadına varıyor desem abartmış olmam.
Tren ve yaya yolu dışında öteki ulaşım metodları zor -Riamaggiore’de karayolu var- başka bir deyişle seyrek . Dolayısıyla bu beş köy doğa sever yürüyüşçüler için bire bir.. Yürüyüş rotaları- daha doğrusu patikaları- yer yer tepe yamaçları üzerinden , sık sık yamaç sırtlarından , bazen sahillerden, şarap bağlarından geçmece şeklinde. Tabi bu patikalar dik yamaçlarda olduğundan sık sık toprak kayması, erozyona uğruyor. Dolayısıyla yürümek için yola çıkmadan önce mutlaka yolun açık olup olmadığı teyid edilmeli. Bazı noktalara check point yerleştirilmiş ve geçmek için 7€ gibi bir ücret ödüyorsunuz.
Manarola köyüKayıkların hepsi İtalyan şıklığını yansıtan örtülere sahip.Bu geçit sahil – Vernezza köyü arasında.Montorosso köyü
Cinque Terre La Spezia iline bağlı ve aslında baktığımızda bu il pek çok destinasyona sahip geniş bir bölge. Amma velakin gel gör ki bizim ahali tutturmuş bir Portofino diye sadece Portofino’ya gidiyor Cenova üzerinden. Sonra bir bakıyorsunuz Portofinoda her yer Türk İtalyan yok :). Akabinde Portofino’da kahve keyfi paylaşımı yapmak isteyenler latte diye kahve sipariş edip karşılarına süt gelince ama aaaa ben süt siparişi vermemiştim sütlü kahve istemiştim gibilerinden vukuatlar yaşıyorlar. Efenim lütfen yapmayınız etmeyiniz. İtalya’da latte sipariş ederseniz masanıza sadece süt gelir o da kahve içermez. Kahveseverler aman diyeyim.
*Yazar burada hem Romantizm akımını hem de anlam kötülmesine uğramış hali olan Romantikliği kast etmektedir.
Romantizm akımını şu resim çok güzel ifade ediyor. Bir de alta bir tanım ekledim.
1790‘dan yaklaşık 1850‘ye kadar Avrupa‘da edebiyatın müziğin felsefenin görünümünü köklü bir şekilde değiştiren ve resimde bir yenilenmeye yol açan romantizm (fr. romantisme), belli bir tanıma girmeyen niteliğini korumakla beraber, var olmanın özgür bir ruh hâlini işaret etmektedir. Ortaya çıkışında ise 1789 Fransız İhtilali sonrasındaki toplumsal, siyasal ve düşünsel yapının etkileri vardır.