Bu defaki gezimde yaşadığımız ülkede değeri henüz anlaşılamış muazzam bir kültür mirası olan Aizanoi antik kentini ziyaret etmeyi amaçladım. Yakın coğrafyadaki Efes Antik Kenti kadar ünlü olmaması ve ülke tanıtımlarında yer almaması biraz üzücü olsa da en azından sahip çıkılarak korunması hoşuma gitti diyebilirim.
Zeus Tapınağı Önden Görünüşü
Aizanoi, Kütahya’nın Çavdarhisar ilçesi sınırları içerisinde bulunan M.Ö. 130 yılı civarında burada yaşamış olan Romalılardan kalma bir antik kent. Bölgenin Helenistik dönemde Frigya, Bythinia gibi bir şehir devleti iken Romalıların egemenliğine geçtiği rivayet edilmektedir. Zeus tapınağı, Anfi Tiyatro, Borsa binası, Sütunlu cadde gibi yapıları günümüze kadar sağlam gelmeyi başarmış olmasına insan gerçekten hayret ediyor 🙂
Zeus Tapınağı
Bölgedeki yükselti üzerine inşa edilmiş olan Zeus Tapınağı bölgede meydana gelen depremlerden dolayı zarar görmüş olsada sapasağlam biçimde biçimde duruyor. Benim ilk ziyaretimde halka açık olan bu mekanın etrafına çit çekilmiş durumda ve müze olarak ziyaret edilebiliyor. Müze kartınız varsa ücret ödemeden ziyaret edebilirsiniz. Giriş yaptığınızda tapınağı ve etrafındaki arazide sergilenen tarihi eserleri dilediğinizce gezebilirsiniz.
Anfi Tiyatro KalıntılarıSütunlu Cadde
Ulaşım:
Aizanoi Kütahya şehir merkezine 58 km uzaklıkta. Kentin bulunduğu Çavdarhisar ilçesine Kütahya ilçe merkezinden saat başı kalkan dolmuşlarla ulaşabilmeniz mümkün. Ben bir bisikletsever olarak şehir merkezinden pedal çevirmek suretiyle 4 saatte ulaşabildim. İlçeye ulaşımı sağlayan yollarda trafik oldukça sakin fakat ben yine de o yolları bisiklet tepesinde tek başınıza tepmenizi önermem, belki kalabalık bir grupla ıssız yollarda seyahat edebilirseniz eğlenceli olabilir.
Konaklama:
Malesef ilçede konaklayabileceğiniz herhangi bir yer yok. Sanırım bunun nedeni de insanların buraya ilgi gösterip ziyaret etmemeleri olmalı. Konaklayabileceğiniz en yakın yer 40 km uzaklıktaki Gediz ilçesidir. Maalesef bu durumdan ötürü havanın kararmadan bölgeden ayrılmak zorunda kaldım.
Unutmadan belirteyim, İlçe halkı buranın ziyaret edilmesine ve turist görmeye az da olsa alışkın olduğu için sizleri sıcak karşılıyor. Sanırım onlarda buranın fazla ilgi görmemesinden dolayı az sayıda ziyaretçiden biri olan bana ellerinden geldiği kadar konuksever davrandılar.
Bu aralar metropol İstanbul’un mimari anlamda kafası oldukça karışık. Şehrin dört bir yanında devam eden inşaat süreci ile her yönden alakalı alakasız yükselen dev binalarla fotoğraftaki silüet yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Metropol İstanbul nowadays is having an architecture style problem. The urban transformation projects and unending huge construction projects, tall buildings that rise from irrelevant locations cause a threat to the famous silhuette of Istanbul in the below picture.
Picture of Tourism Ministry of Turkey / Turizm Bakanlığı Arşivi
Vakti zamanında İstanbul sokaklarında yürüyen biri 70 farklı dil duyma olasılığı bulunuyormuş diye bir efsane bulunmakta. Bana bu efsane oldukça gerçekçi geliyor. Arnavutu, Rumu, Çerkezi, Bulgarı, Romeni, Kürdü, Ermenisi daha aklıma gelmeyen niceleri… Bu kozmopolitlik hala devam ediyor tabi ama bu rakamın “70” edebileceğinden şüpheliyim.
There is a myth that once upon a time a stroller could hear 70 different languages spoken in Istanbul streets. This myth is a realistic one for me if we think all the Albenians, Greeks, Caucasians, Bulgarians,Romanians, Kurds, Armenians and many more that once lived side by side… The city is still cosmopolit of course but I doubt it could count up to 70 nationalities…
İstanbul’da hala biraz kozmopolit ve inşaat rantından uzak 2003 yılında UNESCO’nun koruma programı başlattığı Fener ve Balat semtlerinde şöyle bir sokak arası yürüyüşü yapalım istedik. Bir zamanlar tarihi yarımadada İstanbul surları ile çevrili bu semtlerde müslüman olmayanlar büyük malikanelerde Haliç manzarasına göz kırparak yaşarlarmış. Mübadele, Rumların Büyükada, Şişli, Arnavutköy, Kadıköy gibi semtlere taşınması ve yangınlar sebebi ile semt 1960’lı yıllardan sonra özellikle Karadeniz bölgesinden göç almaya başlıyor ve özellikle Haliç tersanesinin Tuzlaya taşınması ile birlikte ekonomik anlamda cazibe merkezi olmaktan çıkıyor. Bu kendine has mimarisi olan güzelim evlerin çoğu restorasyon aşamasında ama hala boş, yıkık veya harap durumda olanlar var. Hatta boş olanların bazılarını Suriyeli mülteciler işgal evi olarak kullanmakta.
Fener ve Balat mimarisini farklı kılan nokta tüm evlerin ve dini ibadethanelerin tek veya 4 kat arasında olması ve cumbalarının hizalı olmasıdır. Bu özelliğe bir de Haliçe’e dik uzanan sokakların uzun caddelerle kesişmesi eklenince ortaya çok güzel tasarımlı mini bir şehir planlaması ortaya çıkıyor. Bu bölgeye günümüz karakteristiğini veren genellikle 1930 öncesi ve 1930-1950 arası inşaa edilen evlerdir.
We wanted to have a stroll in what we may call once cosmopolit districts of Istanbul, Fener and Balat districts that are under the protection of UNESCO since 2003. Ayvansaray, Balat, and Fener might be considered as a miniature chronicle of the Byzantine, Ottoman, and modern times. Once upon a time non-muslims lived in this historical peninsula surrounded by the old walls of the city with a beautiful view of Golden Horn. With the move to bourgeois neighbourhoods of Istanbul (the Prince’s Islands, Kadikoy, Arnavutköy and Sişli) the population structure started to change radically. After the move of the naval industry from the Golden Horn to Tuzla the impovirishment continued. While dozens of restoration projects are underway, the streets and most of the houses on the area remain, for the most part, a (faded) mirror of what they were a mere hundred, or hundreds of years, ago.Some of the empty houses are now home to Syrian refugees.
Fener and Balat are structured in a unique road plan where a continuing array of streets intersects one another at perpendicular angles. The architectural uniqueness of the districts can be traced from the religious buildings and the facades projecting a harmonious view because of the bow windows.The height of buildings in the districts varies between one and four storeys. Most of the buildings date to the pre-1930 period and built between 1930 and 1950s and give the district its characteristic atmosphere.
Merdiven önünde dinlenmeler oldukça yaygın / Taking fresh air in front of the doorstep
Balat ve Fener sokakları dik kesen caddeleri ile ünlü / Balat and Fener are famous for it’s perpendicular streetsÇocuklar sokaklarda oynuyor / Children are playing in the street
Sokaklarda yürürken birsürü farklı dil duyduk gerçekten. Yanılmıyorsak bir kısmında Süryani’ce bir kısmında Rumca ve tabi ki Suriye Arapçası duyduk. Dar kaldırımlı sokakların arasından görünen Haliç ilk kez gözüme güzel göründü. Evlerin arasında asılan çamaşırlar, evlerin minik cumbalarında oturup karşı taraftaki komşusuyla cumbadan cumbaya bağıra bağıra dedikodu yapan kadınlar gerçekten efsane 🙂 Sen ona uyma ya! Doğruyu söylemiyordur o.. Bir de çocuklar arnavut kaldırımlı sokaklarda oynamaya devam ediyor. Özellikle Rum Patrikhanesi yakınlarına Türk kahvesi içebileceğiniz pek çok sempatik kafe açılmış ve ayakkabı tasarımcısı ve antikacı dükkanı gibi enteresan niş dükkanlar bulunmakta. Hatta çok küçük bir odası olan antikacıda müzayedeye bile denk geldik.
While we were strolling through the streets we’ve heard several languages. If we are not wrong we heard Greek, Assyrian and Arabic.. For the first time I found Golden Horn beautiful and glittering among the beautiful houses. The washing lines, and women gossiping from one bow window to another one across, children playing on the street. These were nice sights. There are nice cafes and small artisan niche shops close to Greek Patriarchy that may be a nice spot to rest and drink some Turkish coffee. A shoe designer and antique shop might be nice spots to stop by as well. They were having an antique auction when we got to the antique shop.
Rum Ortaokulu Binası / Greek Ortadox SchoolRum kilisesi merdivenlerinde uyuyan şımarık kedi / Spoiled cat 🙂Sokaktaki kafelerden biri / One of the beautiful cafes over the street
Denk geldiğimiz antika açık arttırması / The antique auction we came across
Kafalarında bantlarla yük taşıyan insanlar, yolun ortasında duran inekler, uçuşan kuşlar, sıcaktan dili dışarda gezen köpekler, anlamlandıramadığınız sesler.. Yetmiyormuş gibi tam da karşıda tanrılar size bakıyor..Bir de tapınakların içinden yükselen tütsü kokuları var.. Gece ortaya çıkan kötü ruhları kovan tütsüler de yakıldı mı artık Katmandu, Nepal yukarıda resimde olduğu gibi günlük tatlı hengamesine hazır. Bazı rotalar gezginlerde tekrar tekrar oraya gitme isteği uyandırır ya hani. Sorumlu gezgin olarak seyahat etmeyi sevenlerin Nepal’i %100 beğeneceklerine ve oraya tekrar tekrar gitmek isteyeceklerine eminim.
Üst üste şiddetli depremlerle sarsılan Nepal’de 8 binden fazla insan hayatını kaybetti ve milyonlarca insan hala depremin yaralarını sarmaya çalışıyor. Olumsuzluklara rağmen Nepal’i şimdilerde ziyaret etmek için bir çok sebep var:
1. Nepal eskisi kadar güzel bir ülke
Nepal eşi benzeri olmayan doğal güzellikleri, Himalayaları, Batı stilinden nispeten uzak biraz Hindu biraz Budist dingin yaşamı ile hala aynı. Birbirinden farklı 100’e yakın kültürün içiçe yaşadığı dağı bol ülkenin insanları misafirperver, samimi ve güleryüzlü. Deprem birşeyi değiştirmiyor…Hala muhteşem bir ülke..
2. Fiyat avantajlarını kaçırmayın, paranızın değeri yüksek
Şimdilerde Nepal hostelleri, turizm acenteleri, tur operatörleri daha da uygun fiyat avantajları sunuyor. Bu güzelliklere daha da uygun fiyatlar ile erişmek sizce de iyi bir fikir değil mi? TL’nizin orada alabilecekleri sizi şaşırtacak.
3.Nepal’de hayat normale dönmüş durumda
Ulaşım, iletişim ve uçaklar vb. gibi her yönüyle yaşam normale dönmüş durumda. Otobüs üstlerinde gitmek sudan ucuz gerçekten 🙂
4.Nepal’in size ihtiyacı var.
Dağları seviyorsanız , dağcı, yürüyüşçü iseniz, doğa severseniz Nepal’in tam olarak şu an size ihtiyacı var. Şu aşağıdaki gibi muhteşem (backfie) fotoğraf da cabası…
5. Daha az kalabalık, dolayısı ile size yer açılmış durumda
Normalde yürüyüşçü ve dağcılar bilir. Sezonlarda genelde kalabalık bir turist kitle ile beraber yürürsünüz. Şimdilerde giderseniz şanslı az ve ilgilenilen kişilerden olacaksınız.
6. Ülkenin yeniden inşaasına katkıda bulunacaksınız
Depremleri az çok bilen bir ülke olarak şimdilerde oraya gitmeniz ekonomisini canlandırmaya destek olmanız demek. Durbar square’i ziyaret ederek restorasyon çalışmalarını da yerinde izleyebilirsiniz.
7. Çünkü sonbahar geliyor (kış geliyor)
Nepal’i ziyaret etmek için her mevsim iyidir. Ama ne de olsa sonbahar sonbahardır. Nepal sonbaharda başka güzel.
8. Tatille birlikte iyi bir amacınız olacak
Herkes tatili sever hatta tatil, seyahat etmek, gezmek görmek için yaşarız. Nepale şimdi gitmek tüm bu amaçların yanına destek olma anlamı da taşıyacak.
Sadhularla yan yana hayat felsefesi yapabilirsiniz 🙂 İngilizce konuşuyorlar.Rahat rahat yaparsınız felsefenizi.
Tam da İstanbul’da yağmur yağmaya başlamış ve havalar soğumuş iken haydi özlemle soğuk havaların güzelliğini analım. Zaten şu an herkes battaniye altında sıcak kahve içtiğine göre kemik üşüten ayaz soğuklarından bahsetmek yerinde olur. Benim gerçekten soğuğu kemiklerimde hissettiğim yerlerden biri İsveç başkenti Stokholm oldu. Geçtiğimiz sene aralık başlarında görme fırsatı bulduğum kentte True Blood izleyenler bilir Eric Northman tipli uzunn abiler şortları ve uzun boyları ile sokaklarda koşarak güzelliklerini sergiliyorlardı. Etrafta herkes o ya da bu biçimde boş zamanlarını spor yaparak değerlendiriyor. Eh eh toplu taşıma o kadar pahalı ki insanlar mecburen işlerine veya bir yerlere koşarak gidiyorlar…
Sabahları güneşin doğması uzun sürüyor ve ışınlar eğik açıyla düşüyor dolayısıyla çok güzel alacakaranlık sahneleri gözlemleyebiliyorsunuz. Bakınız mesela şu fotoğrafı sabah saat 9’dan sonra çektim:
Güneş aralık ayında saat 14:30 itibari ile bitiyordu dolayısı ile güneş ışıklarından az faydalanıyor bu kent. Ama bu daha az şeyler yapacaksınız anlamına gelmiyor. Şehir 7 tane ada üzerine kurulmuş -stock çok, holm ada demekmiş- ve köprülerle birbirine bağlanmış bir konumda olduğundan mutlak surette adanın hangi yönünde kara bağlantıları var diye görmek üzere elinizde harita bulundurmalısınız. Eğer benim gübü yürümeye epey vaktiniz varsa kaybolmayı deneyin tabi.. Elbette bir yerden sonra adanın tamamını yürüdüğünüz için köprüyü göreceksiniz.
Şehrin kraliyet sarayı yakınlarında gamla stan diye eski kent bulunuyor. Dar sokakları ve iskandinav mimarisi, thor gölgesi, ikea’da satıldığını gördüğünüz çiçekleri burada etrafta saksılarda sokaklarda görebiliyorsunuz. Ben gittiğimde kilise etrafında Christmas partileri ve sıcak şarap günleri başladığından o nefis tarçınlı karanfilli şarap ve cinnemon roll’lardan yiyerek musmutlu iki gün geçirmiştim güneş saat 14:30’da batsa bile.
O soğukta ancak bu sıcak şaraplardan birini içerek ısınırsınız.Christmas pazarı
En çok beğenerek yaptığım şey archipalao turu oldu /çoklu ada gibi bir anlam taşıyor bu kelime de/. Bunun için İsveç’lilerin standart vapurlarından birini kullandım.O seyahatten de bir iki kare paylaşayım.
Bir de şehrin devv parkı djurgarden’da çok güzel yürüyüş, koşu ve bisiklet parkurları mevcut. Kentin her yerinde bisiklet hava istasyonları da var ve çok şık yapıya sahipler. Bisiklet dostu bir kent olduğunu ayrıca belirtmeme gerek yok sanırım. Raslantı mı bilmiyorum ama konuştuğum her insan İngilizce biliyordu.
Buraya gitmişken mutlaka bir buz hokeyi maçına gidip o maçlarda taraftarların çılgınca hard rock, heavy metal dinleyerek destek vermelerini görmeniz gerekli. İnsanın inanası gelmiyor, ACDC dinleyerek maç izledim yahu!
Yalnız seyahat edilebilecek en güzel destinasyonlardan biri idi bana göre. Bir de North Face montu giyen dilenci abi vardı. Enetersan enstantane.
Dublin’in artık marka olma ötesine geçmiş turistik yerlerinden bir tanesi de Temple Bar. William Temple adlı vakti zamanında Trinity College müdürlüğünü yapan kişinin bölgeye taşınıp burayı ufak ufak düzenlemesi ile başlamış herşey.
Bölgenin bulunduğu yerde nehir olduğundan eve suların taşmaması amacı ile bariyer (barrier) kurulması gerekmiş ve onun kısacası da bar kalmış. Yani aslında Temple Bar kelimesi 17.yüzyılda Temple Barrier –Temple Bariyeri-anlamı içeriyormuş. Bar kelimesinin bira ve içki içilen, eğlenilen yer olarak anılmasının temelleri de belki William amcanın bar’ına dayanıyordur.. Belli olmaz bu işler 🙂
Irish Bar ve Temple Bar’ın barlar içindeki yeri ayrıdır. Şimdilerde bu barlar sokağı Turistik olarak gittiğiniz İrlanda’nın uğramadan edemeyeceğiniz bir yeridir. Temple Bar’ın kendisinde 6-7 farklı yerinde 24 saat kesintisiz müzik var. Müzisyenler geliyor müzisyenler gidiyor. İçine girdiğinizde bir bakmışsınız yanınzdaki biri sizinle sohbet etmeye başlamış. Üstelik havadan sudan da değil direk futbol veya komşunun çimine zarar vermesi ya da kara borsa gibi konulardan giriş yapıyorlar. Biralarını içince de çekip gidiyorlar. İsim veya telefon almak yok sadece “see you” var. Pek bi içten.
Sokaklarda sıra sıra barlar ve envai çeşit mekan bulunuyor. Bu bar ve mekanlar, içinde armutlu sodalı, pilsener ve red ale’ın nefis enfes çeşitlerini bulabileceğiniz tam bir bira cenneti. Temple Bar’da bira içmek birazcık maliyetli – 6 Pound- ama yanında gelen Irish Folk müzik ve biranın enfes tadı bir anlığına biranın pahalılığını unutturabiliyor. Benim favori biram Smithwicks oldu.. Dark ale sevenlere şiddetle önerilir.
Temple Bar’ın diğer bir güzelliği ise barların dışlarının Hobbit’istik sevimlilikleri ve renklilikleri. Bu kadar şeker rengi bir arada görmek göze de hitap ediyor gerçekten.
Camping tarzı tatil yapmak hoşunuza gidiyorsa bir taraftan denize girip ağacı bol çadırlı alanlarda konaklayabiliyorsanız Karadağ, Kotor muhteşem bir seçim olur.
Bir kere en başında Hırvatistan yönünden Kotor’a gidiyorsanız eşsiz kıyı ve kıyıların dağlarla buluşma manzaraları sizi bekliyor. Renk skalasından kıyaslayacak olursak koyu yeşil makiler koyu mavi Adriyatik ile birleşiyor. Sadece yol çok kıvrımlı olduğundan araba tutanların kara yolunu tercih etmemeleri gerekmekte.
Yolda denizin ortasında minik minik adacıklar ve bu adacıkların şapeller öteki yanda da dağların üstünde şapeller sizlere göz kırpıyor. Kısacası ortalık şapel ve kilise kaynıyor. Hani toplu yaşanılan yerlerde kilisleri geçtim şu miniminnacık adanın tamamını kaplayan şapelcik niye kurulur oraya kim dua etmeye kim gider çözemedim. Görüntü güzel ama ne diyelim J
Kotor’un eski şehri bildiğiniz İstanbul surlarından daha kalın kale duvarları ile çevrili. Şehrin bildiğim iki girişi bulunuyor. Kapılar gözlemlenmesi kolay ve küçücük 3-4 kişi yanyana anca sığar. Anlaşılıyor ki içeriye kontrol ede ede, tek tek alıyorlarmış vakti ile J Kale bildiğiniz ve tahmin edeceğiniz üzere bir yanda sırtını yüksek dağlara dayamış öteki yanda da hemencecik denize ulaştırıyor. Kale içinde de esnaf ve insanların yaşamı 1000 yıl önce nasılsa hala öyle devam ediyor. Sabahları mis gibi ekmek pişiren esnaf abi, dağlara giden ve dağ çileği toplayıp reçel yapıp satan teyzeler..
Şimdilerde oldukça turistik bir şehir Kotor. Neden mi? Aha işte bu minicik şehre dana gibi lüks büyük turist gemileri yanaşıyor. Bu gemilerden br tanesi bile eski Kotor’dan daha fazla nüfusa sahip. Bunu yermiyorum aslında ama lüks gemiler sanki lüks yerlere gitse hayat daha bir bayram olmaz mı? Mykanos olur, Portofino olur. Denizcilik hakkında pek bir fikrim yok ama anladığım kadarı ile Kotor büyük yolcu gemilerinin yaklaşmalarına müsaade eden bir yapıya sahip.
Özellikle deniz ürünleri ve balıklar ile ilgili mutfakları güzel Karadağlıların. Bir de gerçekten tüm kadınlar pek bir hoş, güzel ve alımlı.
Tahrana adım atar atmaz yoğun bir gaz, toz ve kirlilik bulutu sizi selamlıyor. Ambargonun etkisiyle oluşan siyasi bulut mudur bilinmez ama kirlilik şehrin üstüne kabus gibi çökmüş. Sık sık resmi kurumlar ve okullar hava kirliliği dolayısıyla tatil ediliyor. Neyse ki yakınlarda insanların temiz hava almak üzere kaçtığı Elbruz dağlarının eteklerinde Darband var. İnanılmaz ama gerçek ..Buradan şehrin kirliliğini izleyip nispet yaparcasına temiz hava alabiliyorsunuz. Ayrıca Darband çok popüler bir trek rotasının başlangıç noktası. Kadınlı, erkekli, yabancılı, yerlili dağcılar sırtçantalar sırtlarında, elllerinde batonlarla buradan yürüyüşlerine başlıyorlar. Çoğunlukla kadın dağcı görmek beni çok sevindirmişti. Neyse.. Benim Tahran ile ilgili şu an değinmek istediğim nokta Özgürlükler Kafe’si. Kafe’nin adı bu ve Kadıköy’ün komün kafelerini andırıyor. Şehrin ana caddesinde yürüdükten sonra (sağ tarafından erkekler, sol tarafından kadınlar yürüyor ama bu sözlü kurala pek uyulmuyor) 2. katta sıradan bir kafe burası. Özelliği ise başka hiç bir türlü reklama ihtiyaç duymadan insandan insana aktarılarak bilinmesi. Yani önünde dev ışıklı bir pano yok. Kafe olduğuna dair bir ibare de yok. Kaldığımız otelde resepsiyondaki görevliye biz kahve içmek istiyoruz, nerede içebiliriz diye sorduk. Haritadan bize bir bina işaretledi karşısında bir ağaç var dedi ikinci katına çıkın, tabela görmeyeceksiniz ama kapıyı itin. Batı tarzında bir kafe burası dedi. Filtre kahve bile bulabilirsiniz hatta diye de ekledi. Bir kahve sever olarak tabi çok mutlu olup hemen aramaya koyulduk, kolayca da bulduk. Burası gizli bir kafe, belki de devlet yetkilileri bilse kapatacak. İlk bakışta sevgililerin buluşma noktası olarak işlev görüyormuş gibi bir izlenim veriyor. Ama çoğunlukla siyasi fikirler, özgürlük ve idealler ile ilgili paylaşımlar var ortamda. Kağıtlara yazılan dilekler, şiirler veya manifestolar ya çamaşır ipine asılıyor ya cam ile masa arasına sıkıştırılıyor ya da doğrudan duvara resmediliyor. Konserler, toplantılar ve duyurular duvarda yapıştırılan posterler veya ilanlar aracılığı ile yapılıyor. Google’ın bile yasak olduğu bu ülkede iletişim bize göre çok farklı kanallardan kağıt kalem, bakış ve resim ile devam ediyor.
Tahran has a different air and persona than the the rest of the whole world. Imagine a life without Google 🙂 imagine a life where women do go at the back side of public transport..But still it has a beauty of it’s own worth seeing and feeling.When you step in the city itself an air of dust and pollution greets you. I cant say if it is because of the political embargo or not but the pollution is a serious problem there. From time to time schools and public buildings get a vacation because of air pollution.Luckily Tahran is close to Darband, Elbruz mountain where most of the people do go to take some fresh air.. From this point you can view the city from top and it is the starting point of a famous trail among Iranian and foreigner mountaineers. A lot of women, men, foreigner and local mountaineers do pass by and it is nice to see strong Iranian women doing mountaineering.Anyways.. The point I want to make about Tahran is the Westernized so to saycoffee shop. After you walk by in the main street of Tahran ( men do walk from the right hand side women from the left however not many people do obey this rule) it is in second floor of a building. The fact that makes this coffee shop interesting is that there is no signboard at the front, people find the place by word of mouth. If you ask to the reception where you are staying that you want to drink western type coffee they’ll probably lead you. When we asked to our reception at our hotel the guy pointed a building on the map said there is a big tree accros the street 🙂 and get to the second floor. He added that we would not see a signboard but we should push the door.. We found it very easily..
İnsanlar burada kafeste yaşıyor gibi görünüyor ama o kafeslerin içindeki hareket ortamlarını kendileri belirliyorlar gibi gelmişti bana.. I felt that even though people here do seem to live a life in a cage they define their freedom within the area designated for them and they use it to the fullest
.
Bu iki kadın figürü kafenin duvarlarını süslüyor. Ressamları aynı.Kadınlar sadece resimlerde zarif değiller, gerçekte de alımlı sürmeleri ile oldukça sade ama şık görüntüleri var. Ressam kadının gözlerinin güzelliğini yansıtamayacağını düşündüğü için genelde çizmekten imtina etmiş. Bize kahvemizi getiren garson böyle söylemişti. Göz güzelliği çizilemez diye.. Onu hayal etmek bize kalırmış artık… For example the artist of above figurines is the same. The Iranian women are not beautiful only in these pictures but they are as beautiful and charming in real life with all the kohl they war on their daily life.. The artist above felt that he would not be able to convey the beauty of the eyes so he avoided detailing the eyes. This was what the waiter had told us.. he added that it is impossible to draw or paint the beauty of the eye.. It is left to the spectator to imagine them 🙂